Beslenme Sağlığı ve Psikolojiye Olan Etkileri
Beslenme sadece biyolojik bir eylem değildir, beslenme aynı zamanda kültürel ve psikolojik bir olgudur. Kültür öğretilmiştir, yani kültür sade bir hikayedir. Beslenme alışkanlığı küçük yaşta öğretilir. Öğrendikten sonra uzun süre değişmez.
Beslenme kültürü insanların yaşam biçimleri ve yaşadıkları yörelerin özellikleriyle oluşmaktadır. Toplumların beslenme alışkanlıklarını etkileyen pek çok faktör vardır. Toplumların ekonomik yapıları ve bu yapıların şekillendirdiği gündelik hayat pratikleri beslenme tarzının temel belirleyicisi konumundadır. İnsanların yaşadıkları coğrafi bölge, eğitim, gelir düzeyi ve kültürel etkileşimler beslenme şeklini etkiler.
Beslenmenin büyüme ve gelişmenin sağlanmasında, hastalıklardan korumada, bağışıklık sisteminin düzenlenmesinde, yaşlanma sürecinin yavaşlatılmasında, ruhsal durumda, zihinsel ve fiziksel işlevlerde etkili olduğu bilinmektedir. Güncel araştırmalar sonucu elde edilen veriler, kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, kanser, erken yaşlanma, bağışıklık sisteminin zayıflaması, arterit, eklem iltihapları, katarak ve osteoporoz gibi çok sayıda kronik hastalıklar ile beslenme arasında ciddi bir ilişkinin olduğunu ortaya koymaktadır.
Besinlerin özelliklerine göre tüketiminin, yenilen, içilen gıdaların insan biyokimyasını ve buna bağlı olarak psikolojisi üzerinde olumlu ya da olumsuz etki yaptığı çok net olarak bilinmektedir.
Sağlık; hastalanınca farkına varmak değildir.
Sağlık sistemi sadece, enfeksiyon, aşılama, ilaç ya da cerrahi müdahale değildir.
Sağlığın temeli hastalıklardan korunma ve önleyici bir tıp alanın da olduğunu bilmekten geçer.
Hastaneler kişiyi koruyamaz, doktorlar da kişiyi koruyamaz.
Peki kim koruyacak?
Ancak bilinçli yaşar, bilinçli ve doğru beslenirse kişi kendini koruyabilir.
Şu soruyu kendimize soralım.
Doğru ve sağlıklı beslenme nedir ve nasıl olmalı?
Beslenme kültürü nedir ve nasıl olmalı ?
Yıllarca yemek için mi yemek yedik ya da yaşamak için mi yemek yedik?
Bu tip soruları çoğaltabiliriz.
İnsanlar bütün hayatlarını sabah kahvaltıları, öğle yemekleri ve de akşam yemekleri, hafta sonlarındaki piknikler, açık büfeler, gelsin ızgaralar gitsin pirzolalar, hayat ritüel törenler kurallar şeklinde sanki yemek için dizayn edilmiştir.
Beslenme bizim hayat kaynağımız olmalı, yani yediğimiz her öğünden sonra kendimizi hayat dolu hissetmeliyiz. Eğer yemeklerden sonra üzerinize bir ağırlık çöküyorsa, bedeninizde güçsüzlük, uyku
basıyor ve de midenizde şişkinlik varsa yediklerinizde ya da beslenmemizde o zaman bir sorun var demektir. İnsanoğlu ateşi ve yemek pişirmeden on binlerce yıl çiğ yemekle beslendi. Yiyeceklerini
pişirme gibi bir işlemden geçirmeden yediler. Çiğ sebze, meyve, kuru yemişler ve yağlı tohumları tüketimine dayanan bir beslenme ile yaşamlarını sürdürdüler.
Bu gün bilim, insanın etobur hayvanlardan olmadığını, aksine meyve, kuru yemiş, sebze yiyen canlı olduğunu kanıtlamıştır. Kimyasal işlemlerle ortaya çıkmıştır ki bitkilerin insan beden için gereken maddeleri bulundurduğunu kimse inkar edemez. Et insan beslenmesi için gerekli olan doğal bir madde değildir.
Sonra ne oldu? İnsanlar beslenme tarzlarını neden değiştirdiler? Ateşi keşfettiler, et yemeyi, et pişirmeyi, yemeklerini pişirmeyi öğrendiler. Buzul çağına kadar et yemeyerek beslenen insan, son buzul çağında asıl yemesi gereken sebze, meyve benzeri gıdaları yeterince bulamaması sonucunda et yemeye başlamış ve bununla birlikte insanların sağlık sorunlarında hızlı bir artış gözlenmiştir.
Et yemeden önce inanılması bile mümkün olmayacak kadar uzun yaşayan insan, beslenme şeklini değiştirmesinden sonra ömrü inanılmaz derecede azalmıştır. Bunun sebebi ise beslenme tarzını değiştirmesidir. Bitkisel beslenmeyi bırakıp, hayvansal gıdalarla beslenmesinden kaynaklanmaktadır.
İnsanın sindirim sistemi ve vücudu yapısı et yemeye uygun yaratılmamıştır. Doğru diye bildiğimiz bilgilerden etin kuvvet verici, kişiyi bedenen geliştirir. Bu çok yanlış bir bilgidir, yapılan araştırmalar göstermiştir ki; et kuvvet verici bir gıda değildir ve sanıldığı gibi öyle kaslara da kuvvet sağlamaz.
Halk inancının aksine, et bedeni zehirleyen bir maddedir. Bağırsaklarda bozularak türlü mikroplar ve toksinler üretir. Sindirim sistemi ile ilgili tüm hastalıklar etin bozulması ile bağlantılıdır. Hazımsızlık, bağırsak iltihabı ve apandisite yol açtığı bilinmektedir. İnsanın sinir sistemini et kadar anormal şekilde bozan başka bir yiyecek yoktur. Et besleyici olmadığı gibi zehirleyici. Et yiyenlerin dilleri kirlidir, nefesleri kokar, dışkıları pis ve düzensizdir. Et yiyenlerin mide ve bağırsak rahatsızlıkları, cilt yaraları, baş ağrısı, romatizma, aşırı derecede şişmanlık onlarda görülür.
İnsan yiyeceği üzerine kapsamlı araştırma yapan çok sayıda doktorlar etin insan bedeni için gerekli olmadığına, aksine öldürücü bir çok hastalığın nedeni olduğuna inanmaktadır. Gut, ishal, romatizma, kanser, verem, apandisit vs. hastalıklar et tüketimi ile ortaya çıkarlar. İnsan için kaçınılmaz ve yaralı olduğu sanılan bu besinin yiyeceklerin en yararsızı olduğu ve bedendeki hücreleri öldürdüğü kanıtlanmıştır. Dünyadaki bütün canlılar arasında hiçbir canlı insan gibi hasta olmuyor (Bizimle birlikte
yaşayan ve beslediğimiz hayvanlar dışında). Ve yalnızca insan yemeğini pişirip değerini yok ediyor. Bütün vahşi hayvanlar ise çiğ beslenip, bizden daha sağlıklı ve çok daha enerji dolu bir yaşam sürüyorlar. En zor doğa, iklim yaşam şartlarında bile dayanıklık gösterebiliyorlar. Yukarıda anlattığım gibi insanlar, et yemeyi et pişirmeyi öğrendikten sonra, diğer yemeklerini de pişirmeye başladılar.
Birazda pişirmenin sonuçlarından kısaca bahsedelim. Pişirmek, yiyeceklerini harap etmek ve doğal halinden çıkarmak demektir. Pişirme işleminde yiyeceklerin besleyici değerini yok edip, RNA ve DNA yapılarını bozar. Yiyeceklerin pişirilme işlemi sonrası çok sayıda serbest radikal oluşur. Serbest radikaller, bir elektronun kaybetmiş olan moleküllerdir. Yiyeceklerin içindeki enzimler 47 derecede ısıtılınca yok olur. Oysa bu enzimler yiyecekleri sindirmemizi ve faydalı kısımlarını bilmemizi sağlayarak beslenmenin temelini oluşturur. Kısaca 47 derece ve daha üstü sıcaklık yiyeceklerin yapısında bulunan ve sindirime yardımcı olan enzimlerin yıkımına neden oluyor.
Peki pişmiş bu yiyecekleri yediğimizde vücudumuz ne yapıyor? Her pişmiş yemek yediğimizde, enzimleri ölmüş bu gıdaları vücut parçalamak için kendi enzimlerini kullanır. Bir süre sonra vücut devamlı pişmiş gıda yenmesinden dolayı enzim yetmezliğine girer. Enzim yetmezliği sonucu bir süre sonra gıdaların sindirilememesine, proteinlerin, karbonhidratların parçalanmamasına neden olur. Enzimlerin yetersizliği durumunda vücut PHsı alkaliden aside kayar. Sindirilemeyen proteinler vücutta çürümeye başlar. Sindirilemeyen karbonhidratlar fermante olur. Sindirilemeyen yağlar asidik ortama neden olur. Bütün bunların sonucunda vücutta virüs, bakteri ve mantarlar oluşur. Bu virüs, bakteriler ve mantarlar sindirilmeyen gıdalarla yaşamaya başlar ve çoğalırlar. Sonuçta bu canlılar o kadar toksiktirler ki, vücudu kirletirler. İşte bunlar da kansere, diyabete, obeziteye, kalp damar hastalıklarına, romatizmaya, ishale ve de diğer kronik hastalıklara yol açarlar.
İnsan, doğanın sunduğu hoş kokulu ve leziz meyveler yerine; hırsından dolayı hayvan ve kuş leşlerini, kokmuş meyve sularıyla ve hayvanların kan, barsak ve de diğer sakat atlarıyla süsleyip türlü baharatlarla karıştırarak yemektedir. Her şey biz insanların etobur olmadığını göstermektedir. Vücudunun iç yapısı, sindirim sistemi meyve yemek olarak yaratıldığı gibi, dış yapısı, yaşam tarzı, gelenekleri, davranış ve
aklı da insanın etobur olmadığını kanıtlamaktadır.